31 Ocak 2016 Pazar

Seveni sevmek kolaydır..



Oysa aşk iki kişi arasında asla eşitlenmeyen bir şeydi. Allah, aşığın uğraştığı sevgiyi maşuktan esirgemişti. Bunun içindir ki aşıklar, ya kendilerine verilen derdin aynısının sevgiliyede verilmesi ya da sevgilideki vurdumduymazlığın aynısı ile kendilerine de ihsanda bulunulması için yakarır dururlar. İsterler ki, Allah (c.c) aşkı seven ile sevilen arasında eşit bölüştürsün… Oysa aşk bu demek değildir. Seveni sevmek kolaydır; mağfiret o sevmediği zamanda onu sevebilmektir. Gerçek aşık bilir ki, kendi içindeki aşk ateşinin aynısı sevgilide de vardır ve gönülsüz de olsa, o da aşkı duyumsamaktadır. Ne var ki sevgili çok sabırlı, aşık ta sabırsız oldugu için bu aşk yarası tek taraflı kanamaktadır. O acılar, o ayrılık ve hasret ateşleri aşığı yakıyorsa öte yandan da pişiriyor demektir…



Aşık, ancak bu pişme sürecinde ham iken oldugunlaşır, çiğ iken kâmil olur. Çünkü aşk yolunda varılacak merhalelerin en yücesi, aşkın olgunluğu ile kendi dünyasını kurabilmektir. O mertebeye gelindikten sonra aşk uğrunda can vermek aşığa âsân gelir..

Ne güzel! Derin bir “âh” ile yâd etmek seni.



“Ne güzel! Derin bir “âh” ile yâd etmek seni. 


Her dem düşünmek, her dem hayal etmek seni


Ne güzel! Visâlinle gülmek, firâkinle ağlamak. 

Yanmaktan usanmamak, yanarken susamak seni”

Budur sevginin, aşkın tek ve hakiki yüzü. 
Mevlana gibi yanmak, O’na kavuşmayı 
bir şeb-i arus saymak,
Yunus gibi dize dize O’nunla kanmak…

...


"...beni aşkın yağmur olup yağdığı ..
 
zamanın aşka kurulduğu .. 
 
aşkın zekât olarak verildiği coğrafyalara

götürsünler istiyorum ..."
 

30 Ocak 2016 Cumartesi

..


Özümden özüne kanat çırpınca bütün duygular,
Adına 'merhaba' diyerek savruldular, aşka selam durdular...

Kadim Dolunay




Mum ve ateş..


Mumu döken muma der ki: Seni yok olmak için döktüm.
O da, ben yokluğa kaçtım diye cevap verir. 
Bu var olan ışık, lazım bir ışıktır,
 geçici ve arızi ışık gibi değil.
Mum ateşte tamamı ile yok oldu mu artık 
ondan ne bir eser görürsün ne bir ışık! 
Suret ateşi karanlığı gidermek için
 mum suretinde durur. 

Mesnevi

Mutlu bir hafta sonu diliyorum hepinize..


Yaptığım ilk yemek pirinç pilavıydı. 
Pirinçler neredeyse hiç pişmemişti. 
Anneme sürpriz yapmak istediğim için o 
işten gelmeden çöpe dökmüştüm. 
Yılmadım, bir daha denedim. Suyunu bol koydum. 
Bu kez de lapaya dönmüş, hamur olmuştu pirinçler.
 Ağlaya ağlaya arkadaşlarımdan birinin annesine gittim.
 Bir türlü pilav yapamıyor, anneme işten geldiğinde 
hayalini kurduğum o sürpriz sofrayı kuramıyordum. 
Ben şimdi bu hamura dönmüş pirinçleri ne yapacaktım.
 “Sulu köfte yaparsın, atma çocuğum” dedi arkadaşımın annesi. Ve ben bir pilav yapmayı öğrenemeden elimdeki lapayla başka bir yemek yapabileceğimi öğrenmiş oldum. 
İlk başarılı yemeğim tecrübesizliğimden 
kaynaklanan bir hatadan ortaya çıkmış oldu.
Pilavı tutturamamıştım ama arkadaşımın annesinin
 direktiflerini dinleyerek yaptığım sulu köfte şahane oldu. 
Hatta aile fertlerinin sık sık yaptırdıkları ve
 Mustafa dedemin ölmeden önce yediği son yemek olacak kadar da bana ait bir lezzette dönüştü...

Tutmamış pilavdan kadınbudu köfte yapmayı öğrendim sonra. Yayla çorbası yapmayı ve de...Demek ki tecrübe böyle bir şeydi. Hatalardan geçiyordu yolu. Ve o malzeme mutlaka bir başka güzel şeye dönüşebiliyordu.
Pilav yapma denemelerimden asla vazgeçmedim ama.
Sonunda tane tane dökülen, lezzeti sulu köftemin de önüne geçen o pilavı yapmayı başarmıştım. Bir kere anlamıştım; tencerenin türü önemliydi. Kullanılan yağ, su pirinç oranı, pirinci kavurup kavurmamak, pirincin ve yağın cinsi, ateşin şiddeti... Göz kararı yapıyordum üstelik.
Pilavdan sonra tencere yemeklerine oradan da fırın işlerine geçtim. Artık arkadaşlarımın annelerinden sürekli tarifler alır hale gelmiştim. Hatta misafir bekleyenler beni arayıp acil destek ister hale gelmişlerdi. Üstelik elim çabuk, işim bittikten sonra mutfağım temizdi.
 Ve ben sadece 13 yaşındaydım.

Bütün yemeklerde mesele kıvamdı.
Tuzu, baharatı, suyu her şeyi kıvamında olmalıydı. Yemek ağır ateşte pişmeliydi. Yemek pişerken başından çok uzaklaşmamak, yemeği kendi haline bırakmamak gerekiyordu. Fırını sık sık gözlemek gerekiyordu. Ve mutlaka yaptığın her neyse onunla bir bağın olmalıydı...
 Pilavı tane tane düşürmek iki üç ay sürmüştü ama 
yaşamda kıvam tutturmak bir ömür meselesiydi işte...
Her hangi birine, bir şeye aşırı düşkünlük göstermeden yaşayabilmek, bir yaşam ustalığı edinmek, 
sözde kolay ama uygulamada ne kadar zor...
İşine aşırı düşkünsen ailen, ailenden başka bir şey gözünü görmüyorsa geri kalan her şey bozuluyor... Davranışlarımız, tavrımız belirliyor hayatını bütününü: bir şeyin tadı tuzu mutlaka eksik kalıyor. Ya aşırı pişip yanıp kül oluyor ya da çiğ kalıyor işte, biliyorsunuz...
Hocam bir gün “İnsanları aşırı severek, aşırı rahata alıştırarak, aşırı konforlu bir düzenin sorumlusu olarak da onları ve onlarla ilişkini bozabileceğini hiç düşündün mü?” demişti. Hayretle gözlerine bakmıştım.
“Bir kıvam meselesi” diye devam etmişti çantasını toparlarken. “Sevmek de, gitmek de, susmak da, kalmak da... Hepsi kararında ve hepsi bir arada olmalı. Hepsi yeri geldiğinde hepsi gerektiği kadar uygulanmalı... 
Aşırı düşkünlük gösterdiğin her meseleden
 sınava gireceğini unutma olur mu..
 Bir kıvam ustası olmayı öğrenmelisin.
 Sorumluluğun budur”

Tadını kaçırmadan yaşamayı 
öğrenmek desek bu sorumluluğa?
Her bir saatin güzelliğini hayatınıza tane tane düşürebildiğiniz mutlu bir hafta sonu diliyorum hepinize.

27 Ocak 2016 Çarşamba

Merhamet..





Merhamet sevgiye ..
Bütün kirlerin üzerine yağan bembeyaz karlar gibi örtsün,
yok etsin diye tüm kötülükleri… Çağlayarak aksın,
ırmaklar gibi yıkayıp arındırsın 
bütün yeryüzünü kirlerinden.
Kalmasın sevginin başını okşamadığı bir yaralı yürek..

Merhamet nefse ..
Yoluna çıkan dikenli tellere el uzatmasın,
zehirli ballarla gıdalanmasın diye.
Haylaz bir çocuk gibi nice tehlikelere 
hiç düşünmeden atılmasın..

Merhamet ruha ..
takılmasın diye küçük çakıl taşlarına.
Prangalarını bir vuruşta parçalayıp 
yükselsin doruklarına insanlığın.
Yıldızlara ulaşsın..başı meleklerle yarışsın .
Aşsın bütün engelleri, Yaradan aşkına …

Merhamet gönle ..
Değmeyenlere, bırakıp gidenlere adamasın sonsuz varlığını.
Ummanlar dururken oyalanmasın bir-iki kırıntıyla.
Ne için yaratıldıysa onun için yaşasın.
Köklerini iman toprağına salıp,
İlahi aşkla dolsun taşsın damarları.
Ve cümle yaratılmışa uzansın dalları
meyveler uzatsın elleri…

Ve merhamet can suyu bulup içmişlerden,
çöllerde seraplarla avunan çatlamış yüreklere.
Merhamet; sonsuzlara uzanan yollarda yitip gidenlere
ayağı nefs ve şeytanın bin bir engeline 
takılıp da yollarda kalanlara.

Merhamet;

gönülleri ve gözleri sevdayla parlayanlardan yalancı ..
sahteliklerle çevrili dünyalarında, teneke kutuların renkli ışıklarında,
bir ömür tüketenlere.

Merhamet;

sonsuz saadetlere giden hakikat yolunun aşıklarından ,
kıyıda köşede takılıp kalan şaşkın yüreklere.

Merhamet;

“Necisin ? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun? ”
muhteşem sorularının cevaplarını araştırıp bulanlardan,
kafalarında bambaşka…
sorularla uğraşmaktan buna vakit bulamayanlara…

Ve merhamet taşlara ..
Yağmur olup yağmak gerek. ki.. taş bağırlılar..
yumuşasın. Günün birinde gül bitiren toprak olsun diye…

Merhamet geçip giden zamana,
merhamet işte asıl bu asra,
ve
merhamet
hiç olmadığı kadar
şimdi
topyekun
bütün insanlığa...

Ferhad’a acıma ey talib...



Ferhad’a acıma ey talib, dağları
delerken yorulmaz o..
 Mecnun’a da gülme sakın,
 divanesi olduğu yâr uğruna
kaybettiği aklın ardından aslâ gözyaşı dökmez..
Sen asıl Yusuf’un hâlinden ibret al, 
âşık olmak varken hazinedar oldu. Bir de
âlemlere rahmet olarak gönderilmiş 
Efendimizin
(s.a.v.)
 hâlini düşünsene..
O ki Mirac’da yâriyle arasında neredeyse
 bir adımlık mesafe kalmışken 

(kabe 
kavseyni ev edna), yâre sarılmak yerine bizleri düşündü de "Ümmetim.. Ümmetim.."
deyû ağlamaya başladı..
İmdi, söyle bakalım ey talib,
 fedakârlığı büyük olanlar kimler..?
Aşıklar mı, yoksa aşktan vazgeçenler mi..?

26 Ocak 2016 Salı

G/izini sürdüm…


G/izini sürdüm…
Saçları dökülmüş ayrılığın, gözleri haki. 
Seni görmek istediğimi bilmiyorum, uyu/yorum yüreğimin üstü açık. Yine sancım var dilimden yukarı. Belki, annen seni bana doğuruyor.
Yetim feryat…
Bir tas su vereni yok hasretin. İmbikten aşk sızarken lehçem lâl-ü ebkem . Açım, açığım, üstüme bürü aheste aheste halvetimi. Al bir şal, al bir şal titremesin gözünün nazlı benekleri.
Güneşli günler getirdim, bakmayı bilmeyişimin ar’ından sığınırken gözlerine inen ince belli yağmuruna sağanak sağanak. Susmaktı en akıllıcası belki, çünkü bir aşk ancak bu kadar anlatılamazdı. 

''Dalgalar çoğaldı mı?''

Sol avucumu soğuk terletiyor Firdevs kıyısından yazgıma döşediğin deniz taşları. Kumdan kaleydi bekli de visalimiz, bizse bir kumdan kalenin ömrünü gözde büyütecek kadar çocuk! Hadi bana ellerini ver, hadi seni saçlarımdan geç. En yeşili tuttum ölümlerden, sahi 
Nil karası gözlerin kaç boğumluk? 

Mavi kıyım… 
Sana bakmak bir bahar temaşası. Tenindeki izlerin, annesinin ellerini düşüren bir çocuk Eyüp mezarlık yokuşunda. Bense hayat kadar beceriksiz,
 al beni hüznüne vur! 
Dur! Bir aşk kaç biz eder? Bir kent kaç kere aşk? 
Bir aşk kaç kere ölüm? …
Sen bir meleksin ve ben öldüm… Bildim, bahara elçi tek bir papatyaymış. Ve deniz, tenine ilk değen yağmuruna beste yaparmış. Yanındayım hadi omzuma dayan. Dayan! Az sonra martı sesleri kısılacak. Sukutun perdelerini iğneleyecek gece toplayıp tüm çaresizliğimizi. Uyu/ma! Geliyorum rüyana…

“Ölümlerden ölüm beğen benim için, 
sana en fiyakalı yenilgimi sakladım”

Gözlerimi alıyor kız kulesinin işvesi yanağının kenarından. Evet, evet şu karşıda süzülen karabatak! Etrafta herkes çok, kimse yokken, öptürme yüreğinden. Ah bu deli ıslık, armağan olsun mu Salacağa bizden? Sahi, son kuruşunu aşka vermişken sen, iskeleye tünemiş bir martı olsaydı cesedim, hani öylesi belil, hani baran yemiş az biraz önce, hani a’bad, üstüme hulleti örter miydin? Vasf-ı halim ayan, zulalim. Şifa olsam da havz-ı kevseri bekler miydin?

“Abdest alıyorum deniz suyundan…
Üç kere ağza ,
üç kere burna
ve kalbe binlerce kez…”

İki sücut daha gerekti gözlerin için, ömrüm, az bekler misin? Yirmi yedi yıl çehrene nazar eyleyen efsunu gözünün beyazına iliştir. Eksik öpücük izlerini düşür çocukluğundan. Gamzelerindeki ten perdesini sıyır! Gök mü ağladı saçlarının kucağına, alnımın narına değdir. Tevafuk, ayrı kentlerin dolunayıydı işte, aynı yüreğin ortasına vehleten çömelen. Sen bana ‘mor menevşem’ de, ben tüm kır çiçeklerini geçireyim aklımdan. Hadi beni öl biraz, yaşam adına! Aklım yok ki benim, bak, niçin özlediğimi unuttum. Ah, yoksa sen mi şikâyet ettin gurbeti ay ışığına kanı deli çocuk? Bundan mıdır nicedir şu’le gök/yüzünün yanağı? 

Musa gibi Nil’e mi bıraktılar seni eyy?
“Kıyındayım al yürüt.
Kıyımdayım al büyüt…
Al!
Sen et beni!”

Kadife gül katresi…
Benekli yeşil…
Taş fırın kokulu peksimet…
Bir düş asıldı sağ bileğimden yukarı, iki ben arana. Afedersiniz, burası cennetin şubesi mi Kirâmen Kâtibîn? Ayakucuma gölgesi düşen bu eşrefi mahlûkatta kim?
Anımsamak gensemde? 
üç, hanginiz unuttunuz bu mahfî huzuru Daha dün öldüm melek, şimdi soluğumun terkini bir şükür öteye ekler misin? Yani diyorum ki, bir eshar-ı bahar hani, az ötemde bekler misin?

''Burası son durak,
çift bilet bas kabristana!''

Sen yolunu şaşırdın çocuk. Oysa ben kaç kervansaray bekledim gözüm yaslı. Az kaldım, ferim iki fütun çekmiş elalığımın mal-i hülyasına. Eyvah eyvah bir deli güzare mi koydu ismini ‘elfirak’!
Öyleyse gelme ölesim var! 
Öyleyse bittim ben, canımdan başla silmeye.

"Gel sür perçemini alnıma, 
baktığım her yerde bir sen varsın.
Çok şükür imtihan üstü imtihansın."

/Züleyha Çay /

Kalem eğri dilli, mürekkep siyah yüzlü, kağıt iki yüzlü.


Kalem eğri dilli, mürekkep siyah yüzlü, kağıt iki yüzlü..
Şimdi kalkıp arzuhalimi yazmaya kimi mahrem kılayım?
Zulum ile abad olanın akibeti berbad olur.

Ey hayat ırmağından su içenler..



Gelin soralım canlara ki güzelliği ne oldu da gidiyor.
Ben hep seninim diyordu, şimdi neyi buldu da gidiyor?

25 Ocak 2016 Pazartesi

Seni sevişim bir Laternaydı..


Hayata benzeyen bir yanın vardı..
Puslu bir güne saklanan Karanlık
bir suskunluğu ikiye ayıran
bir tabelaydı..
 Frankfurt'taydı..
Seni sevişim bir Laternaydı
Hep aynı şarkıyı çalardı.

Körlük ve İçgörü..


Göz karanlığa talimlidir, 
içinde parıltının açığa çıkaracağı
 bir giz barındırdığını bilir.

Sosyalleştiğimizi düşünürken, aslında asosyalleşiyoruz.



Teknolojinin gelişmesi ile birlikte, insanların hayata bakış açısı da değişiyor. Özellikle internet kullanımı, bilgiye kolay yoldan erişim şansı, insanların hayatlarını geliştirmekle birlikte bir o kadar da köreltiyor. Tek bir tuşla yapılan alışverişler, ödenen faturalar, verilen yemek siparişleri… 

İsteklerimiz, hayatımızın hep bir ‘tık’ önünde.


Tüm bu gelişmelerin ve kolaylaştırıcı etkilerin artışıyla, insan ilişkileri ciddi yaralar almakta. Özellikle günümüzün yaygın olarak kullanılan sosyal paylaşım siteleri sayesinde insanlar sosyalleştiğini düşünürken, aslında asosyalliğe doğru adım atıyorlar, farkında değiller. Gittikleri yerlerden, yanında bulunan kişilere, yedikleri yemeklerden, yaptıkları işlere kadar bir çok şeyi insanlarla paylaşma iç güdüsüyle hareket etmeye başladılar. İstemsiz bir şekilde, güncelledikleri durumların ‘beğen’ilme arzusuyla yanıp tutuştular. Yapılan araştırmalar da gösteriyor ki; sosyal paylaşım siteleri aslında insanların psikolojisini olumsuz yönde etkiliyor. En iyi bildiğimiz bağımlılık yapan maddelerin başında gelen; sigara, alkol ve uyuşturucu maddelerinin arasına, sosyal paylaşım sitelerine bağımlılık maddesi de ekleniyor haliyle. Yine yapılan araştırmaların sonucunda, internetten uzaklaştırılan insanların, tıpkı alkol, sigara ve uyuşturucu gibi bağımlılık yapan maddeleri bıraktıklarında vücutlarında meydana gelen tepkileri gösterdikleri gözlemliyorlar. Agresiflik, depresiflik,
 insanlarla iletişim kuramama vs.

Sosyalleştiğimizi düşünürken, aslında asosyalleşiyoruz. Dikdörtgen ekranın karşısında, oturduğumuz o koltuklarımızda rahatımızı düşünürken, bünyemiz bundan fazlasıyla olumsuz etkileniyor, ama farkedemiyoruz. İnsanlarla iletişimimiz sadece yazıdan ibaret olmaya başlıyor. Konuşma adına gösterdiğimiz çaba, devede kulak kalıyor. İnsanlar yüzyüze konuşmaya hasret kalıyoruz. Ve ne vakit insanlarla karşı karşıya gelsek, konuşamamaktan yakınıyoruz Çünkü hayatlarımız sadece internetten, sosyal ağlardan ibaretleşiyor. Önce hâl hatır faslıyla başlayıp ardından bir iki çeşit farklı konulardan bahseder olsak da, konular yine dönüp dolaşıp, aynı noktaya geliyor. Karşımızdakinin sosyal paylaşım sitelerindeki aktivitelerinden, gittiği yerlerden, yazdığı sözlerden paylaştığı videolara kadar didik didik konuşuluyor. Bu da yetmezmiş gibi, sanal dedikodular da birbirini takip ediyor. Beğendiği, hoşlandığı kişiyi gösterip, yazdıklarından ve yaptıklarından açıyorlar sohbetleri. Kısaca sohbetler bozuluyor, muhabbetler koyulaşmak 
yerine, açıklaşıyor, sıradanlaşıyor.
İnsanlar sosyalleşmekten uzaklaştıkça, uzaklaşıyor, ama kimse farketmiyor. Herkes birbirini uyarıyor ama dönüp de aynaya bakmıyor. Herkes dünyayı, sanal alemden kurtarıyor gerçek dünyadan koptukça kopuyor. 
Canı bile yansa, acısını önce sanal alemde paylaşıyor.

Benimse hayatım çok özel ve hayatımda olanlar da öyle.Nereye gidersem gideyim gözlerimle çekerim fotoğraflarımı. Bırakın sosyal 
platformlarda paylaşmayı  onları gözümden sakınırım.Yaşadıklarımı,düşüncelerimi,gün içerisindeki ruh halimi ancak hayatımdakilerle paylaşırım.Blog sayfam ise Asosyal olmadığım için :)) Duygularım körelmiyor, duygularım can çekişmiyor ELHAMDÜLİLLAH.

24 Ocak 2016 Pazar

Hayat senin, tasası onlarındır..


Adamlık, bir kadını bir ömür sevmekten geçer. 
Kadınlık da kendini bir ömür 
sevecek adamın değerini bilmektir.
 Kimin için yaratıldığını bilmiyorsun elbette 
ama bu hikâyenin başrolü sensin. 
Aşkı senin, acısı senin. 
Kimse içinde kopan fırtınaları anlamaz,
 anlamak zorunda da değil zaten. 
İnsanlar hep konuşur
 çünkü hayat senin, 
tasası onlarındır.

Diriliş Muştusu'ndan..


Bütün zulümler, haksızlıklar, eksiklikler, bu dünyayı bu dünyadan ibaret bilmekten kaynaklanıyor. Öteye ruhların kapalı oluşundan. Kalplerin mühürlü oluşundan. Vakti hep ''öğle'' sanışımızdan. ''İkinidinin'' sırrından habersiz oluşumuzdan. Akşamı, güneş batmadan düşünmeyişimizden, geceyi, gece gelmeden hatırlamayışımızdan.

Sen yola düşmeden bir bak bakalım..


Aşk yolculuğunun yakınlık ve uzaklık mesafesi olmaz. 

Aşk yolunda olanın, 
"Ya bulamazsam" derdi olmaz. 
Sen yola düşmeden bir bak bakalım yüreğine, 
yol sana kısmet olup düşmüş mü?

Bana kendini üç kelimeyle anlat deseler..


Bana, 'Sen kimsin?' diye sormayın. 

Ömrü azıcık kalmış bir HİÇ'im. 
Ben, hiçbir şeyim, hiçbir şeyim.

Bana kendini üç kelimeyle anlat deseler;
yetimlik, yalnızlık ve yolculuk derim... 
Babasız kalmanın acısını imanla doldurdum, 
yalnızlığımda Allah'a sığındım. 
Yolculuğumu Habibullah'ın aşkına adadım."

Ey bütün zamanların çıldırtan gözyaşları..
Şimdi sağanak sağanak dua. Hilâlin sureti düşüyor suya.
Ey aşka hep yalınayak koşanlar.
Bakın gökte yıldız yıldız akıyor Esma-ül Hüsna. 
Bir tek damla şahadet kanıyla tufandır yüreğimiz. 
Şimdi aşk. Şimdi şahadet vaktidir.
Derdin nedir? Derdim 'Aşk'a Yolculuk'tur.
Ya sizin derdiniz ne ki dudağınızda derman kelimesi hiç eksik olmuyor. 
Öyle bir derdiniz olsun ki bin dermana değişmeyesiniz.

23 Ocak 2016 Cumartesi

Gördüm ki, sana hiç gelmemişim.






Giderken kendimi sende bırakmayı diliyordum, 

gördüm ki, sana hiç gelmemişim. 

Anladım ki, iyi niyetlerle dolu temenniler 

yalana sıvanmış teşekkürlerde boğuluyormuş.

Merhabanın boynunu bükene, elveda demek zulümmüş..

Şems


Kainat tek vücut, tek varlıktır.


Kainat tek vücut, tek varlıktır. 

Herkes ve herşey görünmez iplerle birbirine bağlıdır. 
Sakın kimsenin ahını alma; 
bir başkasının, hele hele senden zayıf olanın canını yakma. 
Unutma ki, dünyanın öte ucunda 
tek bir insanın kederi, tüm insanlığı mutsuz edebilir. 
Ve bir kişinin saadeti, herkesin yüzünü güldürebilir.

Cennet/Cehennem..


Cenneti ve cehennemi illa ki gelecekte arama.
İkisi de şu an burada mevcut. 

Ne zaman birini çıkarsız,
hesapsız ve pazarlıksız sevmeyi başarsak,
cennetteyiz aslında. 
Ne vakit birileriyle kavgaya tutuşsak, nefrete, 
hasede ve kine bulaşsak, 
tepetaklak cehenneme düşüveririz.

Sadakat, tek kalıp bir elbiseydi.


Sadakat, tek kalıp bir elbiseydi.
 Kimine bol, kimine dar geldi.
Dürüstlük, çok beyazdı. 
Temiz tutamam deyip, kimse almadı.
Velhasıl, insanoğlu çıplak kaldı. 
Ar, edep ve haya sığınacak bir beden aradı.
 İşte aşk, bütün bu kusurları bir ten olup kapattı. 
Aşk'a, bir vefa borcu kaldı. Onu'da, 
Allah (c.c) için sevenler aldı.

22 Ocak 2016 Cuma

Aşk A’dır!…


Aşktır bu, tutarsız kılandır.. 
Aşk A’dır!… 
Hangi filme gidileceğine, hangi şarkının insanın içine işleyeceğine karar verendir..

Bütün şarkıların adında, içinde, nakaratında, bestesinde, sebebinde, yerini alandır 
Gittiğiniz her yolun başında Onu görürsünüz, 
Yolları kendine çıkarandır..

Vurulduğunuz, yakalandığınız ya da tutulduğunuz ilk anda, 
Artık kuralları koyandır… 
Sizden yana gibi dururken, sizi en delik 
deşik yerinizden vurandır..

Yağmur yağar, O mu gelmiştir? 
Kapı çalar, Onun sesidir, 
Radyoda şarkı duyarsınız, O söylemektedir, 
Gazetelerdeki resimler Onun suretidir. 
Her gördüğünüz Odur, 
Her yemek, Onun en sevdiğidir..

Yeni taşınan komşunuzdur, 
Bindiğiniz metro Ona gitmektedir, 
Kediler Onun dilinden konuşur, 
Giydiğiniz elbise Onun, 
Baktığınız aynada gördüğünüz, kendisidir.. 
Bu yüzden Aşk A’dır ….

Neden korkuyorsanız artık korkmazsınız. 
Karanlık hoşunuza gider.. 
Trafiğe gece yarılarında tersten girmeyi, 
Bağırarak ulu orta şarkılar söylemeyi, 
Tanımadığınız insanlarla yarenlik etmeyi öğretir..

İyi ki vardır, iyi ki öyledir, iyi ki yaşanmaktadır.. 
Korkusuzluktur…

Bütün otobüslere son anda koşarak binebilirsiniz, 
Vapurlara iskeleden açıldıktan sonra atlayabilirsiniz, 
Trenlerden dışarı sarkabilirsiniz, 
Nasıl olsa bir şey olmayacaktır, 
Nasıl olsa Aşk A’dır…

Anne merhametinin ötesinde, 
Firavun gazabının üstesindedir.. 
Aşk dağlayandır… 
Aşk paramparçadır.. 
Aşk için ağlanıyorsa; gözyaşı ateştir, nârdır…

Aşk annedir, kıskançtır.. 
Dağlıdır aşk, 
Yalnız ve kimliksiz bir derviştir.. 
Taşları kaynatıp çorba yapan, 
Umudunu yitirmeyendir.. 
Aşk acımaktır… 
Dayanmaktır hep.

Belkidir yani, ya gelirsedir. 
Daha çok da ya dönersedir… 
Bekleyen şarkıların öznesidir Aşk.. 
Mademki gidiyorsunların tatlı telaşında, son bir tesellidir..

Pencere camlarının buğusuna çizilen ırmakların, büyük ağaçların, derin 
yağmurların resmidir.. 
Aşk kimsesizdir, öksüzdür.. 
Annesizliğin kırılganlığıdır. 
Dur gitmeleri aşmışlıktır Aşk, 
Nasılsa gidecektiri bilmektir…

Meryem’dir Aşk, 
Gözyaşı kurutandır.. 
Sonsuz elemin, büyük nefretin, tam imanın, 
asıl gurbetin çetelesidir.. 
Aşk çocuktur..

Asiliğin en yakışanı, hesapsızlığın en şovalyesidir.. 
Şaşırtandır, garip kılandır… 
Bağdat’ın külü, Kahire’nin havası, İstanbul’un duruşudur… 
Aşk, onbir yaşında Muhammed’in annesidir.. 
Derin acılar, olmayacak sınanmalar kapısını çaldığı zaman, 
Buyur etmesini bilendir…

Aşk böyledir.. 
Dile kolay, hayata müşküldür.. 
Aşk, Hacer’dir.. 
Kimsenin kimseye hayrı olmadığı yerde, yine de ilk akla gelendir… 
Sonsuz karanlıkların ortasında, vurgun yemiş bir çığlıkla çerağlar 
yakandır..

Koşmaktır Aşk / Koşmaktır Aşk.. 
Aşk, Safa ile Merve arasıdır.. 
Ordadır ve O kadardır.. 
Tutunmaktır… 
Nasıl olsa Aşk A’dır…
 
Free Flash Templates Riad In Fez Free joomla templates Agence Web Maroc Music Videos Online Free Website templates www.seodesign.us Free Wordpress Themes www.freethemes4all.com Free Blog Templates Last News Free CMS Templates Free CSS Templates Soccer Videos Online Free Wordpress Themes Free CSS Templates Dreamweaver